13 Mayıs 2013

hıdrellez '13

malum mevsim konser, bayram, şenlik, etkinlik mevsimi. poposunda karıncalar oynaşan bünyeler için hafta sonlarını etkinliksiz geçirmek sümme haşa mümkün değildir. ben hayatımın hiçbir döneminde 'etkinlik insanı' olmadığım halde böylesi insanların peşine takılmakta da bir abes görmedim. takılan yalnız ben olduğum sürece! şimdi yanımızda bacak boyunu bulmaz bir çocuk, etkinlik insanıymış gibi yapıyoruz :)


ankara'da bilinen ilk hıdrellez şenliğine gittik (bu arada ben hıdırellez diye biliyordum doğru yazımını. hangisi doğru emin değilim. bildiğim tek şey ederlezi buralarda bilinen ve kullanılan bir kelime değil. artistik yapmayın!). mesele konsere gitmek değildi elbet; neşe'yi idare etmekti. öğlen 2'de başlayıp gece yarısına kadar sürecekti konserler. korktuğumuz az buçuk başımıza geldi. yine de pek uyumluydu yavrucak! ortama benden daha çok uydu bile denebilir aslında...





biz gittiğimizde güneş vardı ve ortam nispeten boştu. gelenler de çingene gibi giyinmeyi marifet sanmışlardı :) ha bir de gelmeyenler vardı tabi. 'orası şimdi çok dini bir ortam olur, ne işimiz var orada?' gbii bir bahane sunarak gelmeyenler :) ulen bilmiyorsun bari sallama..

ortamda en başta bizim ahırkapı roman orkestrası sandığımız roman bir ekip vardı. çim amfiye yayılmış kişilerin arasına dalıp davulla zurnayla (zorla) göbek attırıyorlardı. grubun asıl ismi ahırkapılı pire mehmet ve roman orkestrası'ymış.. 



ortamda kapı gıcırtısına mezdeke bir sürü insanın olması pek güzeldi doğrusu.. üstelik onların o hale gelmesi için ek bir şeye de gerek yoktu. oysa benim o kıvama gelmem için gerekli olan tek şey alkoldü; ama ben araba kullanacaktım; ama bilmem ne; ama şöyle; ama böyle.. içtiğim şarabın ne hükmü kaldı ki sadece 2 kadeh içtikten sonra?  herkes göbek attı ben bir türlü havaya giremedim işte..



neşe bile bu ortamı çok garipsemedi aslında. ağzında ilkay'ın tahıl topları oradan oraya koşturup durdu. sevdiği kişileri tek tek tespit edip yanlarına yanaştı, sırnaştı, öptü, yediklerine ortak oldu vs. onun keyfi yerindeydi aslında. ama zaptı pek zordu..


konserle başladı. bir ekip çıktı sahneye. kim olduğunu bilemedik. punkvari şeyler çaldılar, oradan funk'a bir hamleyle dub'a geçtiler. ama cidden çok iyilerdi.


ekibin adı firewater imiş. new york'un arka sokaklarında alt-rock grubu olarak başlamış. gerisi ekşiden:

new york çıkışlı bir alt-rock grubu. 80'lı yıllarda cop shoots cop grubunun basçısı tod ashley tarafından kurulmuştur. tod ashley'nin bir ara hapse girmişçıkmışlığı vardır. piano, saksafon, keman ve davulun mükemmel birleşimi olan müzikleri, eski zaman dans ritmleri, casus filmlerinden fırlama ezgilerle örülüdür. 98 albümleri the ponzi scheme de gruba jon spencer blues explosion, soul coughing ve jesus lizard dan elemanlar eşlik etmiştir. 2000 yılı albümleri psychopharmacology den the man with the blurry face dinlenesi, dinletilesidir. (usak) 


ben bu yoruma bittim: gogol bordello'dan punk'ı çıkartır, shantel'deki pop ağırlığını rock'a doğru yoğunlaştırırsak elde edeceğimiz sonuçtur. hal böyle olunca bordello'dan yorulan, shantel'i hafif bulan benim gibiler için hayat bayram oluyor tabii. (ama arkadaşlar iyidir)


 (kişiye özel pozdur) bu eleman londra'danmış. özellikle onun olduğu söylenen parçalara bayıldım. en yakın zamanda bu heriflere daha aşina olmak üzere çalışmalara başlayacağım efendim. sıklıkla istanbul'a gelen bir ekipmiş. hatta bir ara boğaziçi üniversitesi bahar şenliğine bile gelmişler. aslında şaşırmamak lazım. hacettepe bu sene 50 cents'i şenliğe getirdikten sonra...

üniversite hayatımın 3 favori şarkıcısı vardı: cigüli, atilla taş ve de nadide sultan :) sonuncuyu bilmem de atilla taş'ı geçenlerde bir magazin programı gördüm, aynı zevzekliğe devam ediyordu. cigüli daha sonraları 'favori' şarkıcıdan 'eğlenceli' şarkıcı sınıfına geçti benim için. olsa da dinlesek diyordum işte.. muradıma eriştim..


adamım yaaa :) artık daha gür bir sesle iddia edebilirim: bu adamın kimsenin fark etmediği bir de jazz boyutu var: gypsy jazz ... 


kimleri coşturmadı ki? 
bkz. aşağıda roman orkestrası
bkz. 2 aşağıda esracan! (artık gittiğim her sahnede dur bakali esra ne zaman sahneye fırlayacak diyorum :) )



cigüli'nin tek fasosu sürekli olarak 'beni sizler var ettiniz' modunda olması. öyle yapmasa pek cool bir abi olabilir aslında. mesela gecenin ilerleyen saatlerinde burhan öcal bir geldi ki üffff. karizma'nın tarifi... kolay mı sedat bucaklan halı saha yapmış olmak!

neyse.. herkes göbek atar da ilkay kalır mı diyenlere cevap: asla!! ilkay oynamadan olur mu?


anasını hiç böyle oynak modda görmemiş olan neşe kızımız:

.

hava yavaştan karardı sonra.. alkol seviyesi artarken bendeki gerginlik seviyesi de arttı. etraf güzel. etrafta güzeller. etrafta kafası güzel güzeller. bende alkol yok! bir daha bir konsere arabayla geleni... dedim defalarca. 2 gün geçmeden yine kendimi direksiyon başında konsere giderken buldum..

ve shantel çıktı sahneye..


ben karanlıkta konser fotosu çekmeyi seviyorum. daha doğrusu bir şeyler denemek hoşuma gidiyor. shantel'in sahneye çıkışı ilaç gibi geldi bana. güzel müzik, delikanlı bir adam (cinsiyetçi söylem detected) ve sahne ışıkları..



acaba sadece djlik mi yapacak derken shantel coştu!


ve lanet olsun özel güvenlik'e. shantel bas bas "bu adamlara da yaptıklarına da ihtiyacım yok, insinler" dese de, güvenlik de güya önlemek için sahneye çıktı! laftan anlamayan öküzler! eğlencenin içine ediyorlardı --ki millet dirayetli çıktı :)


bakar mısınız özel güvenlik hödüğüne? ne işin var shantel'in önünde? kimi kimden ve NASIL koruyorsun? tek yaptığın benim fotoların içine etmek oldu. behzat komiserim haksız mıydı yani "bütün malları da özel güvenlikçi yapıyorlar" derken? ben bilemem, konu yargıya intikal etmiş durumda (haber burada tıklayın


gerçi herkesi gaza getirmek gibi bir işlevi de oldu bu hengamenin. hele shantel sahneye akın eden oynaklara 'işte gerçek devrimciler' deyince film koptu!


öyle ki roman orkestrası bile koptu. izleyicilerin arasından çalarak destek verdiler konsere. konserin en keyifli anıydı...


shantel gitti. soğuk bastırdı. neşe uyumadı. uyuyamadı demek daha dorğu. biz de inatla burhan öcal'ı bekledik. gelmek bilmedi. bir türlü kuramadılar ses düzenini. kıçımız dondu afedersin. ilkay bu saatlerde hala bira içiyordu (ispiyonculuğun da böylesi)


sonra çıktı.. "öhöm pöhöm, ses düzeni şey olmuş da, ben çaldığımı duyamıyom da, o yüzden havaya da giremedim de" falan dedi.. biz de çıktık sonra. kendin çal kendin oyna dedik. saat 11 olduydu..


aslında iyi çalıyorlardı (b. öcal'ı harbiden duymadık. onu dinlemiş olmadık haliyle) ama çok soğuktu abicim..

güzel bir gündü.. biraz da neşe'ye sormak lazım. anasına sormaya gerek yok. oynayıp durdu kendini kaybetmişcesine. bir de arada neşe'nin onu frenlemeleri olmasa ne olurdu bilemiyorum. işte ben:


babasıyla kızı 'nolacak bu ilkay'ın hali'ni düşünürlerken... :)

bu da mustafa bey. neşe'nin deyişiyle bambam ya da tafa!




Hiç yorum yok: